(a) saldırmak, atılmak, hücum/taarruz etmek. 
 Thieves fell on the man and stole his money. The soldiers  fell on the enemy. (b) sorumlu/görevli olmak, iş/görev edinmek, üzerine/uhdesine düşmek, (c) başına gelmek, bizzat görmek/denemek/geçirmek, başından geçmek, keşfetmek. 
 to fall on hard times: fakir olmak. (d) karşılaşmak, rastgelmek, rastlamak. 
 This month the eleventh fell on a Friday: Bu ayın on biri Cumaya rastladı. (e) 
 fall on one's face 
 k.d. yüzüne gözüne bulaştırmak, (f) 
 fall on one's feet: dört ayağının üstüne düşmek, atlatmak, sıyrılmak, başarmak.